Bir apartman düşünün… On katlı, her katta dört daire. Toplamda kırk aile aynı çatı altında yaşıyor. Ama işin garibi, belki yıllardır aynı binada beraber yaşadığınız yan komşunuzun ismini bile bilmiyorsunuz. Sabah işe giderken asansörde karşılaşıyorsunuz, sessiz bir selam ya da bazen o bile yok. Kapılar kapanıyor, insanlar kendi dünyalarına çekiliyor.
Apartman hayatı, modern şehir yaşamının en yaygın deneyimlerinden biri. Özellikle Türkiye’de 1950’lerden itibaren hızlanan kentleşme süreci, gecekonduların ardından apartman kültürünü ortaya çıkardı. Kırsaldan göç eden insanlar, şehirlerde apartman dairelerine yerleşerek yeni bir yaşam biçimiyle tanıştılar. Eskinin bahçeli evleri, avluları, sokak sohbetleri yerini kapalı kapılara, beton duvarlara ve asansörlere bıraktı.
Peki bu yeni yaşam biçimi, bize ne kazandırdı, bizden ne götürdü?
Apartman: Yeni Komşuluk İmkanı mı, Yalnızlık Getiren Mekân mı?
Bir yandan apartman, insanları mekânsal olarak birbirine yakınlaştırdı. Onlarca insan aynı binada yaşıyor, aynı merdivenleri, aynı otoparkı, hatta aynı çöp alanını kullanıyor. Yani fiziki olarak komşuluk daha yoğun. Ama işin paradoksu burada: Fiziksel yakınlık, her zaman sosyal yakınlık doğurmuyor. Aksine bazen mesafeyi daha da artırıyor.
Bugün birçok apartmanda insanlar birbirini yalnızca aidat toplantılarında ya da sorun yaşandığında tanıyor. Gürültü şikâyeti, aidat borcu, otopark kavgası… Yani komşuluk ilişkileri paylaşım üzerinden değil, çoğunlukla çatışma üzerinden kuruluyor.
Sosyolojik Perspektiften Apartman Hayatı
Sosyolog Erving Goffman, gündelik yaşamda bireylerin birer “rol” oynadığını söyler. Apartman dairesinde yaşayan birey, kapısının önünde, asansörde ya da apartman girişinde farklı bir “rol” üstlenir: Mesafeli, nötr, hatta bazen tamamen kayıtsız. Çünkü şehirdeki hız, yoğunluk ve yabancılaşma, bireyleri korunaklı kabuklar içinde yaşamaya iter.
Ferdinand Tönnies’in “cemaat” (Gemeinschaft) ve “cemiyet” (Gesellschaft) ayrımı da burada karşımıza çıkar. Mahalle hayatı cemaatin sıcak ilişkilerini taşırken, apartman düzeni cemiyetin mesafeli, kurallara dayalı ilişkilerini yansıtır. Bu yüzden apartmanlar, samimiyetten çok resmi ilişkilerin mekânına dönüşür.
Apartmanda Paylaşımın İmkanları
Yine de her şey kaybolmuş değil. Hâlâ bazı apartmanlarda “bir tabak yemek yollama” kültürü devam ediyor. Özellikle bayramlarda, özel günlerde insanlar kapı kapı tatlı dağıtabiliyor. Bir dairenin başına bir sıkıntı geldiğinde diğerleri yardıma koşabiliyor. Yani apartman, hem yabancılaşmanın hem de dayanışmanın mekânı olabiliyor.
Bu noktada mesele biraz da bireysel tercihlere dayanıyor. Kapımızı komşumuza açmak, selam vermek, küçük bir yardım eli uzatmak… Bunlar ilişkileri yeniden kurmanın başlangıç noktaları. Çünkü aslında modern şehir hayatında insanlar yalnızlıktan şikâyet etse de, güvenli ve samimi ilişkilere özlem duyuyor.
Apartman Kültürü Nereye Gidiyor?
Bugün rezidanslar, güvenlikli siteler ve akıllı apartman sistemleri komşuluk ilişkilerini daha da zayıflatıyor. Site yaşamında insanlar, komşularından çok yönetim planına ve aidat borçlarına muhatap oluyor. Birbirini tanımayan yüzlerce kişinin aynı bahçeyi, aynı havuzu, aynı otoparkı paylaştığı devasa sitelerde, “komşuluk” artık nostaljik bir kavrama dönüşüyor.
Ama belki de mesele tam da burada: Modern şehirde en devrimci hareket, en küçük jestlerle başlıyor. Asansörde göz göze geldiğimizde selam vermek, bayramda yan daireye bir tabak tatlı bırakmak, kapı önünde kısa bir sohbet… Küçük gibi görünen bu davranışlar, apartmanı sadece beton duvarlardan ibaret olmaktan çıkarıp, yeniden “yaşayan bir mekân” haline getirebilir.
Apartman hayatı, sosyolojik olarak iki uç arasında gidip geliyor: Komşuluk mu, yabancılaşma mı? Belki de ikisi birden. Önemli olan bizim hangi yönünü güçlendireceğimiz. Kalabalık şehirlerde birbirine yabancılaşmış bireyler olarak yaşamaya mahkûm muyuz, yoksa küçük adımlarla yeniden komşuluk ilişkilerini kurabilir miyiz?
Cevap belki de çok basit bir yerde gizli: Kapımızın hemen yanında, yan dairede.
YORUMLAR