ABD Başkanı Donald J. Trump, sosyal medya hesabından yaptığı sert açıklamayla dünya gündemine oturdu. Trump, Nijerya Hükûmeti’ni adeta tehdit edercesine şu sözleri sarf etti:
“Eğer Nijerya Hükûmeti, Hristiyanların öldürülmesine izin vermeye devam ederse, Amerika Birleşik Devletleri Nijerya’ya yapılan tüm yardımları ve desteği derhal durduracaktır.
Ve belki de o artık itibarını kaybetmiş ülkeye, ‘silahlar ateşlenmiş bir şekilde’ girerek bu korkunç vahşetleri işleyen İslamcı teröristleri tamamen yok edecektir.
Savaş Bakanlığı’mı olası bir eyleme hazırlanmaları için talimatlandırıyorum.
Eğer saldırırsak, bu hızlı, acımasız ve tatmin edici olacaktır — tıpkı bu terörist serserilerin bizim kıymetli Hristiyanlarımıza saldırdığı gibi!
Uyarıyorum: Nijerya Hükûmeti derhal harekete geçmelidir!”
Bu açıklama, bir devlet başkanının dindaşlarına nasıl sahip çıkabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Trump, Hristiyanların yaşadığı zulme karşı adeta kılıç çekti. Elbette bu sözlerin ardında siyaset, iç kamuoyu hesabı veya propaganda olabilir; ancak burada göz ardı edilemeyecek bir gerçek var: Batı, kendi dindaşına sahip çıkıyor.
Peki ya biz?
Müslüman dünyası, aynı inancı paylaşan kardeşleri bombalar altında can verirken ne yapıyor?
“İslamcı Teröristler” Sözü ve Batı’nın Algı Oyunu
Trump’ın açıklamasında geçen “İslamcı teröristler” ifadesi, aslında yıllardır süren bir algı operasyonunun parçasıdır. Bu tanım, Batı’nın bilinçaltındaki önyargının dışa vurumudur.
Elbette her dinin fanatiği vardır; ancak İslam’ı terörle eşitlemek, koca bir inancı lekelemektir.
Ne yazık ki bu tür ifadeler karşısında Müslüman liderler güçlü bir itiraz ortaya koyamıyor.
Birleşmiş Milletler kürsüsünde, uluslararası platformlarda bu çarpık algıya yüksek sesle karşı çıkan tek ülke, Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.
Yalnızca Türkiye’nin Gür Sesi
Bugün Gazze’de çocuklar, kadınlar, yaşlılar bombalar altında can verirken, Filistin toprakları kuşatma altında yaşam mücadelesi verirken, İslam dünyasından yankılanan en güçlü ses Türkiye’den çıkıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yıllardır hem Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, hem İslam İşbirliği Teşkilatı’nda, hem de uluslararası zirvelerde Filistin halkının yanında olduğunu tüm dünyaya ilan ediyor.
“Dünya beşten büyüktür” sözü sadece diplomatik bir eleştiri değil, aynı zamanda bir adalet manifestosudur.
Türkiye; mazlumun kimliğine, inancına, coğrafyasına bakmadan insani duruşunu korumuştur. Gazze’deki katliamları ilk günden beri en sert şekilde kınayan, diplomatik kanalları sonuna kadar zorlayan, insani yardımları ulaştırmak için her türlü riski göze alan tek ülke Türkiye’dir.
Ama bu duruş, ne yazık ki İslam dünyasında yalnız kalmıştır.
Arap liderlerin büyük bir kısmı, Gazze konusunda destek vermeyi bırakın, sessiz kalmayı tercih etmiştir.
Kimi petrol gelirlerinin, kimi diplomatik çıkarların, kimi de koltuğunun sarsılmaması uğruna sessizliğe sığınmıştır.
Gazze’de yüzbinlerce çocuk açlıkla ölürken, bazı Arap ülkeleri işgalci güçlerle ticaret anlaşmaları imzalamaktan çekinmemiştir.
Bu, sadece siyasi bir zayıflık değil, ahlaki bir iflastır.
Kanaat Önderleri ve Toplumun Sorumluluğu
Bugün, yalnızca devletlerin değil, toplumların da bir imtihandan geçtiği bir dönemdeyiz.
Dini kanaat önderleri, şeyhler, alimler, vaizler, tarikat liderleri ve sivil toplum kuruluşları; Gazze ve diğer İslam coğrafyalarında yaşanan zulümler karşısında sessiz kalmamalıdır.
Bu sessizlik, zulmü normalleştiriyor.
Bu sessizlik, zalimi cesaretlendiriyor.
Artık her ilde, her şehirde, her camide, her meydanda vicdanlar ayağa kalkmalıdır. Kanaat önderleri sosyal medya hesaplarını, kürsülerini ve kitlelerini zulmü durdurmaya çağıran mesajlarla kullanmalıdır.
Gazze’de, Arakan’da, Yemen’de, Somali’de yaşanan her zulüm, bir insanlık suçudur.
Bu suçlara karşı durmak; sadece politik bir eylem değil, imanî bir görevdir.
Türkiye’nin Duruşuna Sahip Çıkmak Bizim Görevimiz
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde zalimlerin karşısında, mazlumların yanında yer almıştır.
Ama bu duruşun güçlü kalabilmesi için, millet olarak arkasında durmamız gerekir.
Basın açıklamalarına katılmak, sosyal medyada ses yükseltmek, yardım kampanyalarına destek vermek, meydanlarda mazlumların sesi olmak — hepsi hem insani hem de imanî bir sorumluluktur.
Bugün kanaat önderlerinin, sivil toplumun ve medyanın en büyük görevi; Türkiye’nin bu onurlu duruşuna destek vermektir.
Zira Filistin’deki çocukların duası, Arakan’daki mazlumun gözyaşı, Gazze’deki annenin feryadı yalnızca bir ülkeye değil, tüm ümmete yöneliktir.
Son Söz: Mahşerde Sessizlerin Hesabı Ağır Olacak
Trump, Hristiyan dindaşlarına sahip çıkarken dünyayı ayağa kaldırabiliyor.
Ama birçok Müslüman lider, kardeşlerinin ölümüne sessiz kalıyor.
Bu sessizlik, sadece tarih önünde değil, mahşer günü Allah’ın huzurunda da sorgulanacaktır.
Çünkü Kur’an açıkça buyurur:
“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur.”
Bugün Gazze’de ateş dokunuyor.
Ama sessiz kalanlar, o ateşin hesabını yarın verecekler.
Trump’ın sözleri bize bir şeyi hatırlattı:
Kendi dinine sahip çıkmak bir görevse, mazlumun dinine sahip çıkmak insanlığın onurudur.
Bizim görevimiz, hem Müslüman olarak hem insan olarak, bu onuru taşımaktır.

YORUMLAR